Bit-Hilani kelimesinin Hititçe Hilambar yani kapı sözcüğünden türemiş olduğu düşünülmektedir. Demir çağında sıcak olan her yerde kullanılmış olan yapı türüdür. Bir çeşit güneşe karşı korunma sistemi olarak düşünülebilir.
Bit-Hilani planına bakacak olursak: yatay eksenli bir mekana yine aynı eksende revaklı yada portikolu bir girişten girilmesiyle oluşan bir yapı planına sahiptir. Tapınak olarak inşa edilen hilani yapılarda bu iki odaya planı bozmayan bir oda eklentisi yapılmaktadır. Bu eklenti olan oda genellikle depo olarak kullanılmaktadır.
Geç Hitit yerleşmelerinde oldukça sık görülen Bit-Hilani türü köken olarak hala tartışmalı bir konu olmakla beraber Tilmen Höyük’te Hilani yapıların öncüsü olan E yapısı Prof. Dr. Refik Duru tarafından yazılmıştır. Aynı şekilde Boğazköy Hattuşa sitadelinde bulunan Büyükkaledeki E yapısı önünde portikolu bir giriş olduğu ve arkasında ikiye bölünmüş bir odası olan, yanlara ve üst kata doğru genişlemesi olan bir yapı görülmektedir. Hem Tilmen höyük hemde hattuşa sarayının Hilaniler ile ilişkisi belirgin bir durumdadır. Ama bu yapıların Demir çağındaki Hilanilere dönüşmesi nasıl olmuştur?
Bu tür yapıların Hitit coğrafyasında sevildiği çok açıktır. Sıcak iklimlerde sundurmalı girişlere ihtiyaç olması da gayet normaldir. Aslında bu yapıların Anadolu kökenli olması hiçde şaşırtıcı bir durum olmayacaktır. Assur Kralı II. Sargon, Dur-Şarrukin’in Kuruluş metninde şöyle bir binadan bahsetmektedir.
-“Amurru dilinde bit-hilani dedikleri Hitit sarayından esinlenen bir revak, saray kapılarının önüne inşa ettim.”
Saray terasının batı köşesindeki yapı tam olarak bilinemediği için bu sözlerle anlatılan yapı olması ihtimal dahilinde görülmektedir. II. Sargon bu yapıların Hititlere özgü olduğunu söylemektedir.
Buraya kadar plan ve anlatılanlar dahilinde Anadolu kökenli bir yapı tekniği olarak adlandırmamız abartılı olmayan bir köken arayışıdır. Bununla birlikte Bit-Hilani yapılar sürekli gelişim göstermiş girişteki sütunlar heykellerle süslenmeye başlanmıştır. Bu sütunlar için sedir ahşap dikmeler kullanılmakta, ön cephe kabartmalarla, protom başlı aslanlarla, sfenkslerle süslenmektedir.
Tell Halaf’ a gelindiğinde ise Hilani cephesi artık gösterişten öte bir etkileyiciliğe kavuşuyor. Tall Halaf’ta bulunan Kapara Sarayı erken dönem Hilani’siyle öne çıkıyor. Anıtsal Hilanilerin en erken örneğidir.
Kapara sarayının Hilani girişinde çatıyı taşıyan kutsal hayvanlar üzerinde tanrı heykelleri bulunuyordu.
-sağda Ana Tanrıça dişi aslan üzerinde
-ortada Fırtına Tanrısı Teşup boğa üzerinde
-solda Tanrı Teşup’un oğlu aslan üzerinde betimlenmiştir.
İnsan figürlerinin kullanıldığı en erken örnektir. Yunan sanatına atfedilen bir durumun MÖ. 10 yy. gibi erken bir öncülü olduğunu görmek şaşırtıcı değildir. Anadolu ve Mezopotamya’nın gelişmişliğine Avrupa’nın çok sonradan ulaşabildiği bilinmedik bir olgu değildir.
Atina’da bulunan Erechtheion tapınağı (MÖ. 421-406) bu saraydan yüzyıllar sonra yapılmış ama tarz benzerliği ile karşılaştırmaya değer bir eserdir. Tanrıça Athena ile Tanrı Poseidon’a adanmış bir tapınaktı. Karyadit kızlarının oluşturduğu güney sütunları hilani kapı girişlerine benzetilebilir. Buradaki sanat anlayışı ile Kapara Sarayı’nın yapanların sanat anlayışları kuşkusuz birbirleri ile rekabet edebilecek düzeydelerdi. Kullanılan materyaller değişmiş olsa da aynı mantık ve sanat anlayışını görmek bu yapılar için hiç de zor değil. Sanatın bir esinlenme olgusuyla oluşması düşüncesinden Antik Yunanlı sanatçıların gördükleri bir mimariyi geliştirmeleri hiç de yadırganacak bir şey değildir.
Bit-Hilani genişlemeye açık bir yapıyken Antik Yunan Megoran yapılarının gelişime kapalı olmasını, doğunun gelişime dönük yüzüyle ilişkilendirebilir miyiz? Kim bilir belki de mimari yapıların canlı olduğunu düşünen Teotihucan halkı olsaydık bu çıkarımdan çok daha fazla sonuçlara ulaşabilirdik!