Mimari oluşumlar bir yerleşimin genel görünümü dışında bize birçok bilgi verir. Bir yerleşimin nasıl bir organizasyona sahip olduğu, sosyal farklılaşmasını ve teknik gelişimini sergileyen maddi kültürel eserlerin varlığıdır.
Mimari yapıların varlığı geçmişe açılan kapılar gibidir. İnsan gelişimiyle birlikte teknik olarak ilerlemenin göstergesi olarak gösterilebilir. Yazının olmadığı dönemler düşünüldüğünde yapı malzemeleri ve inşaat yapım teknikleri servet farklılaşmasının göstergesi olabilir ve sözlü olmayan bir iletişim biçimi olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte mimari sosyal statü farklılaşmasını da aktarabilir.
Mimari yapı statüyü, yönetim şeklini hatta dini adetleri de anlamamız için önemlidir. Fakat bazı durumlarda mimarinin geleneksek olarak devam edilme süreçleri yüzünden bize aktardıkları bilginin iyi tahlil edilmesi gerekmektedir.
Genel olarak mimari yapılar ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenmekle birlikte yeni öğrenilen ya da tecrübelerle geliştirilen bir yapılaşmada göstermektedir. Yerel malzemelerin kullanımı prehistorik dönemlerde oldukça etkilidir. Ama insanlar geliştikçe mimaride buna paralel bir doğrultuda gelişmiştir.
Kerpiç mimarisi, insan seçimlerini yansıtan kültürel bilgilerle doludur. Her seçim kolektif ve bireysel kültürel uygulamalar hakkında bilgi içerir. Bu nedenle, kerpiç üretimi üzerine yapılan çalışmalar, tıpkı seramik teknolojisi üzerine yapılan çalışmaların tek bir kaynak materyali paylaşan iki çömlekçiyi ayırt edebildiği gibi, paylaşılan tariflerin tanımlanmasına izin verebilir. Ama buradaki en büyük sorun bir çok kerpiç yapının günümüzde kadar sağlam ve tam korunmuş olarak gelemeyişidir.
Mimari yapıların kültürler arası ticaretin başlaması ile birlikte birbirlerinden etkilenmiş olması kentleşme sürecini hızlandırmış olmalıdır. Ancak bu etkileşimin kökten bir değişimi ifade etmemesi de oldukça ilginçtir. Örneğin: Mezopotamya ve Anadolu arasındaki etkileşim oldukça fazladır. Buna rağmen Anadolu’nun bu etkileşimde kendi kültürünü korumuş olması dikkate alınması gereken bir olgudur. Kültürler birbirlerini etkilemiş ama var olan kültür her zaman baskın kültür olarak varlığına devam etmiştir. Bu sebeple mimari yapıların bir bölgenin esas kimliğini gösterdiği söylenebilir.
Toplumdaki gelişmelerin mimari unsurlara yansımış olması şaşırtıcı bir durumdan ziyade gelişime açık olmanın ifadesi olarak görülmektedir. Bununla birlikte artan ticaretin ve zenginliğin mimaride değişime yol açtığı da kesindir. İthal mermerler, kesme taşlar ve farklı bölgelerden getirilen malzemeler de bir çeşit zenginliğin dışa yansıması olarak ele alınmalıdır. Anadolu’nun Tunç çağında gelişen krallıklarında bu durum oldukça net olarak izlenmektedir. Demir çağına gelindiğinde ise yerel krallıkların etkili gelişimleri dikkat çekicidir.
Phrgyler’in, Balkanlar üzerinden Anadolu’ya geldikleri zaman yaptıkları taş temelli üzeri dal, çamur karışımlı evlerinin yerlerini çok değil birkaç yüz yıl içinde Gordion gibi anıtsal bir kentle taçlandırmaları açıklamamıza örnek teşkil edebilir. Her ne kadar Erken Demir Çağında 200 yıl gibi bir süre gelişimin tersi yönde ilerlediğini düşündürse de bu dönem daha gelişmiş toplulukların önünü açmış gibi görünmektedir.
Kentleşmenin ve mimari gelişmelerin bir toplumun gelişimiyle paralel ilerlediğini söyleyebiliriz. Yerleşme olarak ele alınacak herhangi bir kazı çalışmasında ortaya çıkarılacak yapı kalıntılarının o yerin insanları ve yaşayışları hakkında, teknolojileri ve üretimleri hakkında bilgiler vereceği kesindir. Mimari sadece bir şehrin planını değil oradaki hayatı da bize anlatır.